Oyun ve Toplumdaki Yeri

Oyun, belli bir amaca yönelik olan ya da olmayan, kurallı ya da kuralsız gerçekleştirilen fakat her durumda çocuğun isteyerek hoşlanarak yer aldığı, fiziksel, bilişsel, dil, duygusal ve sosyal gelişiminin temeli olan, gerçek yaşamın bir parçası ve etkin bir öğrenme sürecidir.

Oyunun önemi

Oyun gerçek hayatın bir provasıdır. Çocuk işittiği, gördüğü ve duyduğunu değil  yaşadığını ve denediğini öğrenir; içselleştirir. Oyun sırasında çocuk gerçek hayatta tanık olduğu şeyleri taklit eder. Ayrıca birebir yaşadığı bir durumu da tekrar canlandırır. Taklit ve tekrar canlandırma sayesinde edindiği bilgi ve tecrübeler pekişir; kalıcı olur.

Oyun;

֍ Yaşama sevincinin dışa vurulmasıdır.

Oyun, yaşamla birlikte var olan, gücünü, etkisini yaşamdan alan bir olgudur.

֍ Çocukların en ciddi uğraşıdır. 

֍ En doğal öğrenme ortamıdır. Çünkü oyun, çocuğun duyduklarını, gördüklerini sınayıp denediği, öğrendiklerini pekiştirdiği bir deney alanıdır. 

֍ Çocuğun özgürlüğüdür. Oynayan çocuk kendi iç dünyasındadır, o dünyaya kendisi egemendir, kuralları kendisi koyar ve kendisi bozar. 

֍ Çocuğun yaratma ortamıdır.

Kendi yaşantısını, dış çevrede algıladıklarını kendine özgü bir yorumda bütünleştirir. Anlaşılmaz ve karmaşık olayları oyun içinde elle tutulur bir duruma getirerek kendince anlamlı sonuçlar çıkarır.

֍ En doğal anlaşma ortamıdır.

Bir araya gelen iki küçük çocuk, daha birbirinin adını öğrenmeden oynamaya başlar. Çünkü oyun onların ortak dilidir. Birlikte oynayabilmek için oyuncakları paylaşmak gerekir. Oyunun çekiciliği üç yaşından başlayarak çocukları işbirliğine iter. Böylece oyun, çocuğun toplumsal bir varlık olarak gelişmesinde en doğal ortamı sağlamaktadır. 

֍ Çocuk için eğitici işlevi vardır.

Evde kazanılan olumlu, olumsuz kişilik nitelikleri oyunda sınanmaktadır. Kendi hakkını korumak, başkalarının hakkını gözetmek, işbirliği ve paylaşma evde değil ancak oyun ilişkilerinde kazanılan toplumsal özelliklerdir.

֍ Çocuğun gelişmesi ve kişilik kazanması açısından gerekli ruhsal besin niteliğindedir.

Okul Öncesi Çağı adı verilen dönem üç ile altı yaş arası, çocukluğun en önemli dönemlerinden biridir. Bu döneme oyun dönemi de denir. Çocuk bu dönemde konuşkan, cıvıl cıvıl, yaşam dolu bir varlıktır. Durmadan sorar: “Anne bu ne, baba bunun adı ne, neden, niçin?” sorularının sonu gelmemektedir. Söz dağarcığı büyümüş, anlatım gücü artmıştır. Durmadan konuşup sorduğu gibi, gün boyu yorulmadan, usanmadan oynamaktadır. Oyunlarında arkadaş arar, bu nedenle ikili, üçlü oyunlar başlar. Yaşıtlarıyla ilişki kurmaya, birlikte oynamaya ve paylaşmaya yatkındır. Toplumun küçük bir üyesi olma yolundadır. 

 

Oyunun çocuğun bedensel yeteneklerini geliştirmede, ruhsal durumunu anlamada, kişiliğinin olumlu yönde geliştirilmesinde etkin bir işlevi bulunmaktadır. Çocuk için oyun, eğlence, öğrenme ve gelişim kaynağıdır. Çünkü oyunun çocuğun üzerinde uyarıcı etkisi vardır ve bu uyarıcı gelişim alanlarını uyarır. Böylece çocuk farkında olmadan oynayarak tüm gelişimlerine katkı sağlamaktadır

Oyun denince hemen hemen herkesin yüzünde bir tebessüm belirir. Çünkü oyun aklımıza eğlenceyi, hoşça vakit geçirmeyi, ciddiyetten uzaklaşmayı getirir. Yapılan bazı tanımlara göre, tanınma isteği, gevşeme ihtiyacı, yeni bir yaşantıyı deneme isteği, egemenlik kurma isteği, oyuna iten bazı nedenlerdir. Kimilerine göre ise oyun, yaşam enerjisi fazlalığından kurtulmanın bir yolu, doğuştan gelen bir taklit eğiliminin tezahürü, hayatın talep edeceği ciddi faaliyetlere hazırlık idmanı, nefse hâkim olma ve zararlı eğilimlerden kurtulma yolu, gerçekleşmesi imkânsız arzuların kurmacayla giderilmesi ve böylece kişisel benlik duygusunun tatmini olarak tanımlanmıştır.

Huizinga bu tanımlamaların, oyunun oyun olmayan başka bir şey karşısında ortaya çıktığı (örneğin: kişilerin özanlatım gereksinimi) ve bazı biyolojik beklentilere cevap verdiği varsayımına dayandığını söyler. Bu tanımlar aslen oyunun nedenini ve amacını araştırmaktadır. Oyunun kendisine ve işlevine dair bir şey söylememektedir. Buna dair bir şey söylemek istiyorsak oyunu bütünselliği içinde kavramak ve değerlendirmek zorundayız der Huizinga. Oyuna kültürle ilişkisi içinde ele alarak bakmaya çalışır: Faaliyet biçimi olarak, anlam yüklü biçim olarak ve toplumsal işlev olarak oyun.

Kitabının hemen başında oyunun kültürden daha eski olduğunu belirtir. Kültür derken hep bir insan toplumunun varlığını kastederiz. Halbuki hayvanlar da oyun oynarlar ve kendilerine oyun oynamayı öğretmesi için insanları beklememişlerdir. Bu durum “insanlar önce oyun oynuyorlardı, sonra kültürü keşfettiler” gibi yanlış bir kanıya yol açmamalıdır. Nitekim Huizinga ilerleyen bölümde şöyle der: “Kültür ilkel aşamalarında oyun olarak oynanmıştır; ana bitkiden ayrılan canlı bir meyve gibi oyundan doğmamış, oyunun içinde ve oyun olarak serpilmiştir”. Huizinga uygarlık tarihinde kültürel hayatın gelişimine oyun penceresinden bakar. Kültürün içindeki oyunsal unsurların farkına varmaya çalışırken, bir yandan da uygarlık tarihine; oluşturduğu katı ve sürekli yapılara, hayatın oyunu dışlayan koyu bir ciddiyete bürünmesine karşı eleştirel bir bakış geliştirir. Oyun-kültür ilişkisine geçmeden önce Huizinga’nın oyunu nasıl tanımladığına bakalım:

Oyun, ciddi-olmayan’dır” önermesi bize oyunun pozitif karakterine dair bir şey söylemez. Oyun çok ciddi bir şey de olabilir. Ciddiyet oyun’u dışlamaya yöneliktir, oysa oyun ciddiyeti rahatlıkla içerebilir. Hayatta karşılaştığımız birçok temel kategori ciddi-olmayan içinde yer almakla birlikte, oyunla eşdeğer değildir. Gülme bazı bakımlardan ciddiyetin karşıtıdır, ama oyunla hiçbir şekilde doğrudan bağlantısı yoktur. Gülme için geçerli olan komik için de geçerlidir. Komik de ciddi olmayanın içinde yer almaktadır, gülmeyle belli bir ilişkisi vardır ve gülmeye neden olur, ama oyunla bağlantısı ikincil düzeydedir. Bir gösteriye komik diyorsak, bu oyun eyleminden değil, bu gösteride içerilen düşünceden ötürüdür.

Oyun: Belli bir yer, zaman ve irade sınırları içinde, aşikâr bir düzene uygun olarak, serbestçe rıza gösterilen kurallara uyularak, maddi yarar ve gereklilik alanının dışında cereyan eden bir faaliyettir.

Oyunun temel niteliklerini biraz daha detaylı inceleyecek olursak: Oyun;

Gönüllü bir eylemdir. Görev değildir. Emirlere bağlı oyun olmaz, bu olsa olsa zorunlu temsildir. Oyun ancak kültürel bir işlev haline geldiği zaman zorunluluk, görev ve ödev kavramları ona dâhil olmaktadır. Dil, mithos ve ritüel’in kökleri oyunsal eylem alanındadır.

Geçici bir faaliyet alanıdır. Gerçek hayattan geçici olarak çıkarak, kendi dünyasını yaratır. İhtiyaç ve arzuların dolaysız tatmin mekanizmalarının dışında yer alır. Ancak hayattan kopmaz, ona eşlik eder. Birey açısından biyolojik işlev olarak ve topluluk açısından da içerdiği anlam, ifade değeri, yarattığı manevi ve toplumsal bağlar, kısacası kültür işlevi olarak vazgeçilmez niteliktedir.

Çıkar gözetmez. Oyunun amaçları dolaysız maddi çıkar veya bireysel açlıkların tatmini alanının dışında yer almaktadır (başka bir deyişle, oyun, anlık isteklerden ya da doyumlardan uzak durmaktır).

Yalıtılmış ve sınırlı bir etkinliktir. Belirlenmiş zamanda ve mekânda sonuna kadar oynanır. Tekrarlanabilirdir.

Kuralları ve düzeni vardır. Kurallar ihlal edilirse oyun ortadan kalkar. Ayrıca oyun düzeninin nitelikleri bazı estetik unsurlara benzer: ritm, armoni, gerilim, belirsizlik, denge, zıtlık, gösteriş, çeşitleme, birbirine eklenme, ayrılma, çözüm…

Gerilim unsuru özellikle önemlidir. Gerilim, belli bir sonuca ulaşmak, onu elde etmek için bir çabalama, bir uğraştır ve bu çabada bir gerilim vardır. Tutunmak istediği bir hedefe doğru uzanan bebekte, bir iple oyun oynayan kedide, top atıp yakalayan küçük bir kızda bile görülür. Yarışma ve karşılaşmalarda gerilim doruk noktasına ulaşır. Oyunun değerini belirleyen içerdiği belirsizlik ve gerilimdir ve gerilim artınca oyuncu oyun oynadığını unutur, “ciddileşir”. Burada kazanma fikri devreye giriyor. Kazanma fikri oyunla çok sıkı bir ilişki içerisindedir. Bireysel oyunlarda, oyunun hedefine ulaşmak, kazanmak anlamına gelmez. Ancak yine de rakip olmadan oynanan bir oyun bile tatmin verir. Kazanmak ötekine karşı oynandığında devreye girer. Oyuna katılmanın verdiği tatmin, seyircinin varlığıyla daha da artar. Ne olursa olsun, kazanma konusundaki tüm hırsına rağmen oyuncu kurallara bağlı kalmak zorundadır. Çünkü oyunun kendisi amaçtır. Bunu gündelik yaşamımızda da sık sık duyarız: “Önemli olan katılmaktı” deriz. Çünkü sonucu ne olursa olsun, oyun bize bir zevk ve haz vermiştir. Bu zevk, belirsizlik ve gerilimle doğru orantılıdır. Bir iskambil oyunu sırasında, sonuç hiçbir belirsizliğe yer bırakmayacak biçimde belirginleştiği zaman, artık oyuna devam edilmez, her oyuncu kartlarını atar. Bir spor karşılaşmasında, rakiplerin güçleri dengelenmiş olmak zorundadır ki her biri becerisini sonuna kadar gösterebilsin. Fazlasıyla mahir ya da güçlü olduğu için zahmetsizce ve kaçınılmaz bir şekilde kazananı da oyun artık eğlendiremez.

Caillois şöyle der: “Nasıl geçeceği önceden belli olan, hiçbir hata ya da sürpriz ihtimali taşımayan, açık bir şekilde kaçınılmaz bir sonuca götüren süreç, oyunun doğasıyla bağdaşmayan bir şeydir”.

Şansa dayanan kumar türünde oyunlarda, oynayanın gerilimi onu seyredene çok az yansır. Bu tür rastlantı oyunları, kültür araştırmaları için ilginç olmakla birlikte kültürün gelişimi bakımından verimsizdir, yaşama bir katkısı yoktur.

Gündelik hayatın kural ve örflerinin oyun alanı içinde bir değeri yoktur. İlkel toplumlarda, gençlerin erkekler cemaatine kabul edildikleri törenler sırasında kabile içindeki bütün kavgalar askıya alınır, kan davaları ertelenir. Bildik dünyanın bu geçici iptali özellikle çocuklukta açıkça görülür. Çocukların oyunda oyuncaklarını ve diğer nesneleri olduğundan başka şeyler gibi görmelerinin nedeni gündelik yaşamdan yalıtılmışlıktır. Ayrıca oyuna koydukları kurallarla, çocuklar dışarıdaki oyun-dışı dünyadan kurtulurlar. Ayrıca yukarıda da bahsedilen belirsizlik-gerilim unsuruna paralel olarak, oyun durumunu muhafaza etmek (güç dengesi yaratarak) ve oyunun sonunu geciktirmek (kazanmayı erteleyerek) için kuralları karmaşıklaştırırlar.

Oyun – Kültür İlişkisi

Huizinga oyunun tanımını yaptıktan sonra kültürel bir işlev olarak oyunu, ilkel toplumsal hayat alanından verdiği örneklerle açıklamaya girişir. Kültürün oyun biçimleri altında ve oyun ortamında geliştiğini anlatır. Örneğin av gibi yaşamsal ihtiyaçların giderilmesine yönelik faaliyetlerin oyun biçimine büründüğünü söyler. Bireyler ve topluluklar, oyunlarda hayatı ve dünyayı yorumlama biçimlerini ifade etmektedirler. Bireyin tek başına oynadığı oyun, kültür için ancak sınırlı ölçüde verimlidir. Kültür ile oyun bağlantısı, daha ziyade karşılıklı etkileşim içerisinde olan iki grubun kurallı eylemiyle ilişkili olduğu yerde aranmalıdır. Arkaik kültürde kutsal temsil ve törensel yarışma, kültüre oyun olarak ve oyun içinde gelişme olanağı veren iki biçimdir. Bolluğun, üretkenliğin, mevsim dönümlerinin adaklar, kutsal danslar, hayvan taklitleri, yiyecek şenlikleri aracılığıyla kutlandığı bayramlar, bir nehrin geçilmesi, bir dağa çıkış, odun kesme, çiçek toplama gibi törensel yarışmalar kültürü besleyen oyunsal unsurlardır. Bütün bu unsurların daima inançla ve daha iyi bir hayat arayışı ile bağlantısı vardır. Bu tür oyunların topluluğun mutluluğu ve refahı için kaçınılmaz olduğuna inanılır. Bunların dışında şeref, saygınlık, erdem için mücadeleler yapılır. Söz yarıştırmalar; atışmalar, çekişmeler, bilmeceler, meydan okumalar bir yarışma biçimi içerisinde kendini gösterir. Bunlar daima belli kurallar çerçevesindedir ve ilkel kültürün oyunla olan bağını gösterir.

Oyunun Çocuğun Gelişimi Üzerindeki Etkileri

Yetişkinin öğretemeyeceği birçok davranışı oyun aracılığıyla çocuğun öğrendiği bir gerçektir. Çocuğun, eğlendiği, haz aldığı, eğlenceli zaman geçirdiği oyun, onun yaparak yaşayarak deneyerek öğrenmesine de fırsat sağlar. Oyunun günümüzde psikologlar tarafından bir terapi aracı olarak kullanmaları çocuğun yaşantısındaki oyunun önemini ortaya koymaktadır. Çocuk, oyun içinde toplumu ve ailesini yaşar ve yaşatır. Oyun çocuğun zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal gelişimini büyük ölçüde etkiler.

Çocuk, yaşadığı dünyayı ve çevresindeki insanları tanır ve anlar. Kendini tanır, sınırlarını bilir ve deneme fırsatları bulur. Düşünür ve deneyim kazanır. Sosyalleşir. İnsanlar arasındaki ilişkileri öğrenir. Paylaşmayı, arkadaşlarının isteklerini kabul etmeyi veya onlara kendi isteklerini en kolaylıkla nasıl kabul ettirebileceğini yaşadığı çatışmalarla öğrenir. Çeşitli fikirleri geliştirmeyi, bunları uygun bir şekilde ifade edebilmeyi öğrenir. Duygularını ifade edebilir. Fikirlerini geliştirdiği gibi, iç itilimlerini de geliştirir, saldırgan davranışlarda bulunarak saldırganlık duygularını kimseye zarar vermeksizin ifade etmeyi öğrenir. Endişelerini kontrol altına alır. Zaman zaman içine düştüğü çaresizlik duygularından korkularından kurtulur. Suçluluk duygusundan kaynaklanan faaliyet ve düşüncelerini açığa çıkarır. Deneyimlerini geliştirir, öğrendiklerini pekiştirir. Yaşıtları ile birlikte olmanın zevkini tadarken bir yandan da öbür çocuklarla oyun oynamak istiyorsa onlarla geçinmenin yollarını keşfetmesi gerektiğini öğrenir.

Oyunun Psikomotor Gelişime Etkileri

Fiziksel büyüme ve gelişme ile birlikte beyin omurilik gelişim sonucu organizmanın isteme bağlı olarak hareketlilik kazanmasına psikomotor gelişim denir. Çocuk doğuştan itibaren tepkiye hazır olma, hız durgun hareket, eşgüdüm, dinamik dikkat, esneklik gibi psiko-motor yeteneklere sahiptir. Bu yetenekler oyun ortamında sağlıklı bir şekilde gelişir. Çocuğun büyük kaslarını kullanarak oynadığı oyunlar, çocuğun çevresini, yaşadığı dünyayı tanımasını ve keşfetmesini sağlar. Oyun yoluyla çocuk çevresindeki nesneleri tanımayı, cisimleri kullanmayı öğrenir.